Kabuğu kırabilmek.
Mümkün mü?
Geçen sene balkona yuva yapan kumruların iki yumurtası olmuştu. Kumrularla birlikte bekledik, bekledik ve bekledik. İki ay kadar bir zaman geçti ve kumru halen kuluçkada oturuyordu. Ben de kuluçkadan çıkma süresini merak edip araştırmıştım, iki üç hafta gibi bi süresi varmış meğer. Anne adayı, yumurtalarını bırakmıyor, ne olursa olsun yavruların çıkması bekliyor ve yuvayı terketmiyordu. Yuvasını kurmuştu, yumurtalarını yapmıştı, üstüne de oturup ısıtmış ve korumuştu yumurtalarını. Kısacası yapması gereken her şeyi yapmıştı ve yumurtalardan yavru çıkmasını bekliyordu. Doğal akıştaydı herşey görünürde. Sebep -sonuç ilişkisinde; sebep vardı ama sonuç yoktu.
Yavrular çıkmadı.
Neden?
Bu sene kısa bir zaman önce, - tahminen yine aynı kumrular - , yine aynı balkonun aynı yerine yuva kurmuşlar, yumurtalar yapılmış ve kuluçkaya oturulmuş. Geçen sene anne kumruyla birlikte bitmek bilmeyen bakleyişimiz ve nihayetinde kumrunun yavru çıkmayan yumurtaları yuvada bırakarak gidişi ve benim acaba döner mi diye çok uzun süre yumurtaları ve yuvayı orada bırakışım ve her gün “acaba bugün döner mi?” diye bekleyişim içimi o kadar burkmuştu ki. Bu sene açıkçası önce sevindim ama sonra biraz da endişelendim. “Acaba bu sene yavrular çıkacak mı?” anne kumru, yavrularına kavuşabilecek mi? Bekleyişi mutlu sona ulaşabilecek mi diye.
Bu defa, yavrular çıktı.
Neden?
Çünkü her şeyin bir zamanı var. Bizim ise elimizden gelenin en iyisini yapıp, sonucuna bağlanmadan, bekleyişe girmeden yolumuza devam etmekten başka bir şey gelmiyor elimizden. Yani, sebep-sonuç ilişkisinde sebebin aynı olması, her defasında aynı sonucu doğurmayabiliyor.
Neyin yolunda gitmediğini anlamaya çalışıyoruz elbet ama bu da her defasında mümkün olmayabiliyor.
Hazır olan kabuğu kırıyor. Yeni hayat başlıyor.
Peki ya hazır değilsen?
İşte o zaman da farklı yollar çıkıyor karşımıza. Dün Yoga Eğitmenlik Eğitimi Felsefe dersinde konuşuyorduk. Yogayla buluşmak, yoganın senin içine zerk etmesine, seni dönüştürmesine izin verebilmek için de hazır olmak gerekiyor. Yolu yogayla kesişen herkesin yogayla bağı aynı olmuyor, olamıyor. Kimisi hiç bağ kuramıyor, itişip kakışıyor yogayla, yoganın ona hissettikleriyle, kendisiyle yüzleşmekle, kendisini görmekle ve gördükleriyle hoşuna gitmeyen hisler açığa çıkabiliyor. Gerginlik hissedebiliyor ve dışarıya da bunu doğal olarak yansıtıyor. Aslında itişip kakştığı yoga pratiği, yoga hocası, yaptığı yoganın tarzı değil, kendisi.
Bazı hazır olmayan kişilere de yoga fazla gelince ürtükütebiliyor. Yani kaç – savaş – don üçlüsünde bu defa 'savaş' yerine 'kaç' devreye girmiş oluyor. Kaçıyor yogadan. O kadar çok görmek, hissetmek, anlamak fazla geliyor, eziliyor altında ve kaçıyor. Kaçtığı yine yoga değil, kendisi.
Yoga dediğimiz şey aslında nedir? Hayatı anlamak ve bağ kurmak değilse eğer?
Matın üzerinde sergilediğin veya meditasyondaki, nefes çalışmasındaki hallerin, yirmidört saat an be an yaşamın içine akışını gözlemlemektir de aslında yoga. Kendini görmek, ihtiyacını görmek, ihtiyaçtan doğan duyguları görmek. Duygular ancak görüldüklerinde altındaki ihtiyaç anlaşılabilir. Bu ihtiyaç her ne ise anlaşılabilsin ki, giderilsin ve duygunun görevi tamamlansın, duygu açığa çıktığı alana geri çekilsin ve sakinleşsin. Bu sakinleşme olmazsa eğer duygu sellerinde oradan oraya sürüklenen ve şiddetli bir sonraki rüzgarla, dalgayla devrilen bir gemiden farkımız kalmaz.
Hazırsak yumurtayı kırıp doğuyoruz, değilsek aynı kabuğun içinde gün yüzü görmeden sıkışık ve nefessiz kalmaya devam ediyoruz, ta ki kabuğun içinde kuruyup gidene kadar.
Kabuğu kırmaya hazır olmamak bir eksiklik değil. Hazır olmadığının farkına varmak ise ilerlemenin ilk adımı.
Tık tık. Kabuğunu kırabilen ve kıramayan herkese sevgilerimle.
Comments